Okyanus Koleji - Kolej, Özel Okul, Ana okulu, ilkokul, ortaokul, Lise | Hz. Mevlana
Hz. Mevlana
Hz. Mevlana

Mevlana' nın Öğretileri


Günümüz hayr ola, hayırlar feth ola, şerler def ola… Aşk olsun!

Hayatını “Hamdım, piştim, yandım.” sözleriyle özetleyen Mevlâna bugünkü Afganistan’da bulunan Belh’te 30 Eylül 1207’de dünyaya gelir. Mevlânâ'nın asıl adı Muhammed  Celaleddîn'dir. Mevlâna ve Rûmî de, kendisine sonradan verilen isimlerdendir. “Efendimiz” manasına gelen Mevlâna ismi  ona daha pek genç iken Konya’da ders okutmaya başladığı sıralarda verilir. Bu isim, adeta adı yerine sembol olmuştur. Rûmî, Anadolu demektir. Mevlâna’nın, Rûmî diye tanınması, geçmiş yüzyıllarda Diyâr-ı Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya’da uzun müddet oturması, ömrünün büyük bir kısmının orada geçmesi ve türbesinin orada olmasındandır.

Mevlânâ, 17 Aralık 1273 Pazar günü gurup vakti, bütün parlaklığı ile, bütün güzellikleriyle gülerek, ebediyet aleminin semasına doğdu. Mevlevîler, o geceye düğün gecesi anlamına gelen “Şeb-i Arus” derler. 

Hazreti Mevlânâ sararmış yüzlü ve ince vücutlu idi. Bu sararmış ve zayıf bünyesinde öyle bir nur vardı, gözleri o kadar çekiciydi ki, kimse ona dikkatle bakamazdı. Mevlâna, başına bilginlere mahsus bir şekilde sarık sarardı. Sırtına da, bilginlerin giydikleri gibi, bol geniş kollu bir hırka giyerdi. 

Mevlâna’ya kır yıl kadar hizmet eden ve ona mürit olan Sipehsalar şöyle nakleder: Mevlâna’nın evinde çoğu kez yemek bulunmazdı. Oruçta ve açlıkta ender bir kişi idi. Aç olmayı son haddine vardırmıştı ve şöyle diyordu: “Mademki geceyi Rabbimin yanında geçirdim, o halde O’nun yemeği ruhuma ulaşmıştır.” En çok yediği yemek de on lokmayı geçmezdi.

Güleryüzlü, tatlı sözlü, ailesine karşı müşfik  olan ve sözlerinde nükteler, latifeler bulunan ve bütün insanları aynı yolun yolcusu, aynı kervanın halkı olarak gören Mevlâna, derin halk sevgisiyle, halka hizmet etmeyen ve onları hor gören büyükleri de sevmez. Mevlâna’nın müritleri halk tabakasındandı: Terziler, kasaplar, esnaf işçi ve sanatkârlar, Müslüman ve Hıristiyan halk, onun etrafında toplanmışlardı. Birgün Selçuklu veziri Muineddin Pervane: “Mevlâna eşsiz bir padişah demişti; fakat müritleri kötü.” Mevlâna bunu duyunca, “İyi olsalar ben onlara mürit olurdum.” demişti.

Bir kadından başka hanımı olamayan Mevlâna, köle ve cariye de kullanmamıştı. 

O, bütün ömrünce kendisi için değil, başkaları için yaşamıştı.

Mesnevi:

Mevlânâ, sema ederken, ayakta, sükûnet ve hareket halindeyken daima Mesnevi’yi söylemeye devam ederdi. Bazen öyle olurdu ki, akşamdan başlayarak gün ağarıncaya kadar birbiri arkasından söyler, yazdırırdı. Halifesi Çelebi Hüsameddin de bunu süratle yazar ve yazdıktan sonra hepsini yüksek sesle Mevlâna’ya okurdu. Cilt tamamlanınca Çelebi Hüsameddin, beyitleri yeniden gözden geçirerek gereken düzeltmeleri yapıp tekrar okurdu. Bu şekilde dikkatlice 1259-1261 yılları arasında yazılmaya başlanılan Mesnevi, 1264-1268 yılları arasında sona erdi.

Hazret-i Mevlânâ'nın Vasiyeti:

"Ben Size, gizli ve alenî, Allah'tan korkmanızı, az yemenizi, az uyumanızı, az söylemenizi, günahlardan çekinmenizi, oruç tutmaya ve namaz kılmaya devam etmenizi, dâima şehvetten kaçınmanızı, halkın eziyet ve cefâsına dayanmanızı, avam ve sefihlerle düşüp kalkmaktan uzak bulunmanızı, kerem sahibi olan sâlih kimselerle beraber olmanızı vasiyet ederim.. İnsanların hayırlısı, insanlara faydası dokunandır. Sözün hayırlısı da az ve öz olanıdır. Hamd, yalnız tek olan Allah'a mahsustur. Tevhîd ehline selâm olsun.”

Hazreti Mevlânâ'nın Ölüme ve Mezara Bakışı

"Ölüm günümde tabutum yürüyüp gitmeye başladı mı, bende bu cihanın gamı var, dünyadan ayrıldığıma tasalanıyorum sanma, bu çeşit şüpheye düşme. Bana ağlama, “Yazık yazık!” deme. Şeytanın tuzağına düşersem işte hayıflanmanın sırası o zamandır. Cenazemi görünce “Ayrılık ayrılık!” deme. O vakit benim buluşma ve görüşme zamanımdır. Beni kabre indirip bırakınca sakın “Elveda elveda!” deme; zira mezar cennetler topluluğunun perdesidir. Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneşe ve aya batmadan ne ziyan geliyor ki? Sana batmak görünür; ama o, doğmaktır. Mezar hapis gibi görünür; ama o, canın kurtuluşudur. Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumunda şüpheye düşüyorsun? Hangi kova kuyuya salındı da dolu dolu çıkmadı? Can Yusufu ne diye kuyuda feryad etsin? Bu tarafta ağzını yumdun mu o tarafta aç. Zira senin hayuhuyun, mekânsızlık aleminin fezasındadır."

Ziyaretçilerine şöyle seslenir Mevlâna:

“Kardeş, mezarıma defsiz gelme; çünkü Allah meclisinde gamlı durmak yaraşmaz. Hak Teala beni aşk şarabından yaratmıştır. Ölsem, çürüsem bile, ben yine o aşkım.”

“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız?

Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir.”

Hazreti Mevlânâ'nın tasavvufunda gaye, kulluk ve yokluktur.

Hazreti Mevlânâ’nın tasavvufunda yaratılışın, hayatın manası aşktır. Aşk ise kimseye niyazı, ihtiyacı olmayan Allah’ın vasıflarındandır. Ondan başkasına aşık olmak da geçici bir hevestir. Yaratılışın sebebi, bütün hastalıkların tabibi; böbürlenmenin, bencilliğin devası, elemlerin merhemi ilahi aşktır. “Aşk, o şuledir ki, parladı mı sevgiliden başka ne varsa hepsini yakar.”

Mevlâna’nın tasavvufunda esas, gönül sahibine erişmek ve cevher olmaktır. Hazreti Mevlâna şöyle buyurur: “Allah ile oturup kalmak isteyen kişi, veliler huzurunda otursun.” 

Mevlânâ şu rubaisiyle, Kur’ân-ı Kerim’e ve Hazreti Peygambere bağlılığını şöyle anlatır:

Canım bedenimde oldukça Kur’an’nın kuluyum;

Seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım.

Birisi, sözlerimden bundan başka bir söz naklederse,

O nakledenden de bezmişim ben, bu sözden de bezmişim. 

Mevlâna'nın bir kamil mürşit olarak manevi vazifesi, yaratılışın gayesi çevresinde, insanların hidayetine ve ebedi saadetine vesile olabilmektir. Bu ilahi gayenin gayreti ve yüklediği manevi vazifenin şuuruyla; “Biz pergel gibiyiz. Bir ayağımız şeriatte sağlamca durur, öteki ayağımız yetmiş iki milleti dolaşır.”  demektedir.

UNESCO, doğumunun 800. yılı olan 2007’yi barış, sevgi ve hoşgörü adına “Dünya Mevlana Yılı” olarak kabul etmiştir.

Mevlana Celâleddin Rumî, Müslüman bir gönül insanı olarak şair, musikişinas, müderris gibi özellikleri de olan çok yönlü bir insandır. İnsanlık ve düşünce dünyası için Anadolu’da yetişen eşsiz bir kabiliyettir. O, insanın hem bu âlemdeki hem de sonsuz âlemdeki mutluluğunu aramıştır. Bütün çaba ve gayreti bu yüce gayeyi gerçekleştirmeye yönelik olmuştur. Aşktan doğmuş, aşkı tüm evrene yaymak için çalışmış ve aşk ile sonsuzluğa ermiş bir Allah dostudur.

Mevlâna’nın engin fikirlerinin yanı sıra sema ve ney günümüz insanının algı dünyasında derin bir etki uyandırmaktadır. Hz. Mevlana, “Allah'la birlikte olmak” olarak nitelendirdiği sema ile tüm dünya insanının gönüllerine girmeyi başarmıştır. Semâ; kulun hakikate yönelip akılla, aşkla yücelip, kötülüğe çağıran nefsini terk ederek Hakk’ta yok oluşu ve olgunluğa ermiş kâmil bir insan olarak tekrar kulluğa dönüşüdür.

Mevlâna, semânın amacını bir rubaisinde şöyle dile getirir:

Bağ, bahçe, gül, bülbül, sema hep birer bahanedir,

Bunların hepsinden de maksat hep O’dur!

Semâ aşıkların gıdasıdır.

Çünkü semâda Allah ile buluşma hayali vardır.

Mevlana'nın sınırsız insan sevgisi ve hoşgörüsündeki temel esaslardan biri Kur’an’da yer alan “İnsan yaratılmışların en şereflisidir.” ilkesidir. Mevlâna bu ilkenin bilinciyle insanları kucaklar; yaratılmışları yaratandan ötürü sever; hırs ve bencillik duygularına kapılmaz, onları hoş görür.

Mevlana’nın şiirleri, günümüz insanını kendi iç dünyasına yolculuk etmeye çağırmaktadır. Çağımızın ortak sorunları karşısında günden güne yalnızlaşan günümüz insanı, “ruhunu” yeniden keşfetmeye başlamıştır. Mevlâna, huzuru artık kendi içinde arayan günümüz insanına 800 yıl öncesinden seslenmekte, yitik değerlerimizi aramaya koyulmamızı ve kendimize dönmemizi öğütlemektedir:

Bir can vardır, canında; o canı ara,

Beden dağındaki gizli mücevheri ara,

Ey yürüyüp giden dost, bütün gücünle ara,

Ama dışarıda değil; aradığını kendi içinde ara!

Mevlâna, günümüz insanının en büyük ihtiyacı olan şu dizelerle Farsça seslenirken;

 “Beri gel, daha beri! Bu yol vuruculuk nereye kadar böyle?

Bu hır gür, bu savaş nereye kadar?

Sen bensin, ben senim işte.”  beyitlerin Yunus’taki Türkçe tezahürleri de şöyle çıkar karşımıza:

“Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım.

Sevelim sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz.”

                                                                                                       

Canan IŞIK                                                                                            

Edebiyat Öğretmeni/ Mevlâna Uzmanı


  • Paylaş

Lise 6962 2 17 Aralık 2016, Cumartesi

E-Bülten Üyeliği
Yorumunuzu Yazınız
Yorumlar
Ömer Açıkyürek / 20 Aralık 2016, Salı 08:16
Canan hanım,
İnternet ortamında Mevlana'yı anlatan bir çok yazı var.Lakin sizin yazınuz çok akıcı olmuş ve Mevlana'nın farklı yönlerini de anlatmış.Kaleminize sağlık
Canan Işık / 20 Aralık 2016, Salı 17:08
Ömer Hocam çok teşekkür ederim, sizin gönül güzelliğiniz..
FORMU DOLDURUN
KAYIT VE ÜCRET İÇİN
SİZE HEMEN DÖNELİM

Arama

Kişisel Verilerin Korunması Politikası - Çerez Politikası - Çerez Ayarları